İngilizce - Türkçe
sıklık sırası: 816 DEEP = [di: p] adjective
1 derin * eşanlamlı : profound, bottomless, low, extensive * karşıtanlamlı : shallow
İngilizce örnek : The river is very deep here.
Türkçe çevirisi : Nehir burada çok derin.
İngilizce örnek : She took a deep breath for the X-ray.
Türkçe çevirisi : Röntgen için derin bir nefes aldı.
İngilizce örnek : The baby fell into a lovely deep sleep.
Türkçe çevirisi : Bebek tatlı derin bir uykuya daldı.
2 (renk) koyu * eşanlamlı : dark * karşıtanlamlı : light
İngilizce örnek : She bought a deep blue skirt.
Türkçe çevirisi : Koyu mavi bir etek aldı.
3 (ses) boğuk, alçak * eşanlamlı : low, bass, sonorous * karşıtanlamlı : high
4 (duygu) derin, içten
İngilizce örnek : The exam result has been a deep disappointment to us.
Türkçe çevirisi : Sınav sonucu hepimiz için bir düş kırıklığı oldu.
5 yoğun, ciddi * eşanlamlı : serious, grave, intense, extreme
İngilizce örnek : I am in deep trouble.
Türkçe çevirisi : Ciddi bir derdim var. (Başım acayip belada.)
¤ adverb
derine, dibe, derinden
İngilizce örnek : He dived deep into the lake.
Türkçe çevirisi : Göle derin daldı.
* deep freeze = dipfriz, derin dondurucu
İngilizce örnek : I'll put the chicken in the deep-freeze until next week.
Türkçe çevirisi : Pilici önümüzdeki haftaya kadar derin dondurucuya koyacağım.
* deep seated = köklü
ilgili sözler / related words