Hızla değişen dünyada çağdaşlaşmanın hedef alındığı Cumhuriyet döneminde bilim dünyası açısından çeviri etkinliği son derece önemlidir. 1910’lardan 1933’lü yıllara kadar süren Darülfünun’dan başlayarak 1933’teki Üniversite Reformundan 1960’lı yıllara kadar uzanan çeviri etkinliğinin, çağdaş anlamda üniversitelerin kurulmasındaki payı kesinlikle yadsınamaz. I. ve II. Dünya savaşlarının ardından Nazi Almanyasından kaçarak ülkemize sığınan bilim adamlarının bilim dünyasında yoğun bir çeviri etkinliğini başlatarak sosyal bilimler alanında uzmanlaşmaya gitme konusundaki katkıları, her ne kadar başlangıçta uzun süre görgüllükten uzak kalan kültürümüze yabancı bir etkinlik gibi görünse de, sonuçta bu hareket bilim dallarının Batı normlarında sağlam bir temele oturmalarını sağlamıştır. Kuşkusuz bu dönemde bilim adamının çevirmen kimliğine bürünmesi, başta çağdaş bilgiyi yakalamak ve uzun erimde de görgül bilimler kadar sosyal bilimler alanında da çeviri yoluyla edinilen bilgiyi topluma kazandırma amacını taşır. Bu amaçla, özgün bilgiden çok, toplumu ilgilendiren yapıtların çevirisine ağırlık verilmiştir. Ne var ki, çevirinin uzun ve zahmetli bir uğraş olduğu gözönüne alındığında, bilim adamının Cumhuriyet dönemine kadar kaçırılan bilgiyi çeviri aracılığıyla kapamaya çalışması, onun araştırmaya ayıracağı zaman ve emeği çeviriye harcamasına neden olmuştur. Üstelik uzun süre salt kaynak dil ve kültürde düşünmeye zorlanması, onu ister istemez erek dil ve kültürde düşünmekten de uzaklaştırmıştır. Cumhuriyet dönemiyle birlikte başlatılan bu hareket, uzun dönemde özellikle erek kültürün ölçüt alınması gereken sosyal bilimler alanında bilim adamını kimi zaman içinde yaşadığı düzene yabancılaştırarak özgün bilgi üretimine katkısını olumsuz yönde etkilemiştir. Bu ise, erek dilin de kaynak dilin etkisi altına girmesine yol açmıştır. Örneğin, bilimsel kitapların çevirisinin klasiklerin çevirisi kadar başarılı olmaması, bu nedene bağlı düşünülebilir. Ne var ki, özgün bilgi üretiminden önce bilgi aktarımı aşamasında bu şekilde bir sürecin yaşanması son derece doğaldır. Üstelik medrese geleneğine dayalı bilimsel bakışın Batı dil ve kültürüne dayalı bilimsel geleneğe ne denli karşıt olduğu düşünülecek olursa, ülkemizde bu geçiş sürecinin sancılı olmakla birlikte, yine de kolay atlatıldığı söylenebilir.
1960’lı ve 80'li yıllar arasındaki geçiş dönemine gelindiğinde ise, geçmişteki bu uzun süre akademik çevrede kapalı kalan çeviri etkinliğinin kapılarını dışarı açtığı ve dışarıda olup biten siyasal, ekonomik ve toplumsal olayların da ister istemez çeviri etkinliğini etkilediği görülür. Bu dönemde Yunanca, Latince, Almanca, Fransızca bilimsel yapıtlar yerini İngilizce yapıtların çevrilmesine bırakmış, hem de dünyadaki yeni ekonomik anlayışla birlikte, her alanda liberalleşmeye gidilmiştir. Bu akım, dönemin bilim adamını da etkileyerek onu kültürlerarası bilgi alışverişinde bireysel bir yarışa girmeye zorlamıştır. Bilginin bu şekilde tüketim aracı haline gelmesi ise, erek dil ve kültürü öne çıkaran seçiciliğin bir kenara atılarak, yayın ve bilim dünyasının başıboş bir “çeviri furyasına” girmesine neden olmuştur. Yayın dünyasının hedef kitlesinin öncelikle yüksek öğretimle ilgili eleman ve öğrenciler olduğu düşünülecek olursa, asıl amacı kâr etmek olan yayınevleri de ister istemez bu çeviri etkinliği furyasına katkıda bulunmuşlardır. Başka bir deyişle, ülkenin kültürel gereksinimleri, ya da eksiklikleri hiç gözetilmeden plansız bir şekilde evrensel bilgiyi yakalamak üzere kendi aralarında yarışa girmişlerdir. Bu durumda yayınevi açısından çevirinin niteliği değil, sadece kaynak metnin kısa zamanda çevrilmesi ölçüt alınmıştır. Sonuç olarak, çeviri etkinliği bilim adamlarından yayınevlerine kaymış ve bilim adamı güncel bilgiyi içeren metnin çevirisi için zaman ve emek kaybetmek yerine, onu bir tüketim aracı olarak görmeye başlamıştır. Buna bir de 7080’li yıllarda ülkemizde yaşanan siyasal ve ekonomik kriz eklenince, kültürel egemenliğin üniversitelerden yayınevlerine kaydığı, bundan böyle, çeviri politikasını artık devletin değil, yayınevlerinin belirlediği söylenebilir. Bu ilk aşama da olumlu görünmekle birlikte, bir süre sonra çeviri politikasını ticari kaygıların yönlendirdiği görülmüştür. Üstelik bilim adamının, ya da çeviri okurunun genellikle geçmişteki eğitimini kaynak dil ve kültüre dayalı olması, yapılan çevirinin ya da çevirmenin niteliğinin arka plana atılarak, bu etkinliğin Cumhuriyet dönemindeki etkisini kaybetmesine neden olmuştur. Bu koşullar altında çalışan çevirmen ise, profesyonellik bir yana, özlük haklarını bile almadan, çoğu kez sosyal güvence ve yasal düzenlemelerden yoksun bir eleman olarak sözkonusu yayınevlerinde çalışmak zorunda kalmıştır.
80’li, 2000’li yıllara gelindiğinde ise, kitle iletişim araçlarındaki ilerlemeler ve dünyada esen çoğulculuk anlayışı, ister istemez gündelik yaşamla ilgili konular da dahil olmak üzere her alanda dışarı açılmayı kaçınılmaz kılmış ve çeviri etkinliği işlevsel açıdan daha da önem kazanmıştır. Dünyada çok dilli çeviri etkinliğinin ağırlık kazanmasıyla birlikte, çeviriler irdelenip sorgulanmaya ve bu alanda kuramsal çalışmalar yapma gereği ortaya çıkmaya başlamıştır. Bir başka deyişle, çağımızın küreselleşmeye karşın çoğulculuk anlayışı, çevirinin ulusal kimliği ve dili geliştirmedeki rolünü yeniden gündeme getirmiştir. Bu sürecin sonunda ise, çeviri konusu bilimsel olarak üniversitelerde ele alınmaya başlamıştır. Ülkemizde bu konu alanına üniversitelerde 1984’lü yıllardan başlayarak yer verilmiştir.
Dünyadaki bu gelişmelerden ülkemizdeki yayınevleri de etkilenmiştir. Bunu en büyük göstergesi ise, 1990’h yıllardan sonra kadrolarında çevirmen, editör/yayımcı, düzeltmen şeklinde bir ekibe yer vermeleridir. Bu aynı zamanda çeviri politikalarındaki değişimin bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Özetle, günümüzde, yayınevlerinin çoğalması, ansiklopedilerin çeviri etkinliğinde bulunması ve bankaların bir yan kuruluş olarak yayınevlerinde çeviri etkinliğine yer vermesi, hem ekip çalışmasını kaçınılmaz kılmış, hem de kurumsal olarak çevirmenliğin meslek olarak tanınmasına yeniden aracı olmuştur. Bu arada iktisat, hukuk teknik ve eğitim gibi konularda çeviri bürosuna ve özel alanda yetişmiş çevirmen adayına duyulan gereksinim akademik alanla uygulama alanı arasında köprü kurma gereğini ortaya çıkarmıştır.