• Medya

  • Uygulama

  • Google Play

Türkçesi

Osmanlıların Türkçe, Farsça ve Arapça’dan oluşan Osmanlıcayı resmi dil olarak kabul etmeleri, Arap ülkeleri ve İran gibi aynı dini paylaşan ülkeleri ortak bir İslam uygarlığı şemsiyesi altında toplamak düşüncesine dayanır. İşte bu yüzden, 600 yıl kadar süren uzun bir zaman dilimine karşın, başta dil olmak üzere ekini oluşturacak altyapıyı göz ardı ederek yapay bir dilde ulusal uzlaşmayı sağlamaya çalışmaları, söz konusu dönemin din ve dil açısından kozmopolit yapısı göz önüne alındığında, siyasal açıdan haklı bulunulabilir. Ne var ki, 16. yüzyıldan başlayarak patlak veren düşünsel ve bilimsel alandaki evrim, Osmanlıların kültürel alanda olduğu kadar siyasal alanda da başarısızlığa uğramış ve cumhuriyetin kurulması ile Osmanlıca sözlerin yerini Türkçesi almıştır.


Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarındaki çeviri seferberliği ile birlikte çevirmenin kurumsal bir kimliğe kavuşmaya başladığı söylenebilir. Gerçi bu kurumsallaşma ve çevirmenin üstün bir konuma getirilmesi, 18. yüzyılda Tanzimat dönemiyle başlayan 1851'de Ahmed Cevdet Paşa’nın girişimiyle birlikte resmi bir kimlik kazanan Encümen-i Daniş'le süregelen bir sürecin sonucudur. Ne var ki, yayın politikası açısından kuşkusuz Cumhuriyet dönemiyle aralarında bir fark bulunmaktadır. Şöyle ki, Tanzimat döneminde görgül bilimlerle ilgili yapıtların çevirilerinin eskiden olduğu gibi Arapçadan değil, Antik Yunan ve Roma'daki ana kaynaklara inilerek yapılması öngörülmüş; buna karşın, edebiyat ve felsefe gibi alanlarda, Doğu’dan Arapça veya Farsça yapıtlar, ya da çeviriler Osmanlıcaya, başka bir deyişle de, eski Türkçeye çevrilmiştir. Oysa Cumhuriyet döneminde Antik Yunan ve Roma’dan kalma görgül bilimlerle ilgili yapıtlardan çok, Batı’dan yazınsal metinlere ağırlık verildiği görülmektedir. 1940'lardan 60'lara dek süren H. A. Yücel’in başlattığı çeviri etkinliği hareketinin başlıca iki nedeni vardır.


Bunlardan birincisi, Antik Yunan ve Roma'dan kalma yapıtların çevrilmesine ağırlık verilerek evrensel kültüre ortak olma kaygısı; İkincisi ise, Harf Devriminin 1928'de kabul edildiği gözönüne alınacak olursa, sözlü kültürden yazılı kültüre geçişte özellikle yazınsal metinlerin çevirisine ağırlık vererek ulusu bir araya getiren en önemli etmen ortak resmi bir dilde anlaşmak,  yani yazınsal ve bilimsel alanlarda terimlerin Türkçesini kullanmaktır. Bu dönem üç açıdan önem taşır; bunlardan birincisi, sadece belli bir kesime mal edilen okur-yazarlığın ve evrensel bilginin Milli Eğitim Bakanlığı başkanlığında Tercüme dergileri ve yayınları aracılığıyla tabana yayılmaya çalışılması; ikincisi ise, çeviri etkinliğine ortam hazırlayarak bilgi aktarımını hızlandırması; üçüncüsü ise, çevirmenlere parasal olmasa da, saygın bir kimlik kazandırmasıdır. Gerçi bunda, çevirmenlerin dönemin önde gelen yazarları olarak saygın bir kimliğe sahip olmalarının da büyük payı olmuştur. Öte yandan, yazarların özellikle çevirmen olması, kuşkusuz Milli Eğitim Bakanlığı’nın başlattığı ulusal kültür hareketinin amacına ulaşmasına, bir başka deyişle, dil birliğinin sağlanmasına büyük bir katkısı olmuştur. Örneğin, Sabahattin Eyüboğlu, Nurullah Ataç gibi dönemin önde gelen yazar-çevirmenlerin çeviri süreci sırasında kararlarını kaynak kültür odaklı almakla birlikte, yazar olarak baskın çıkan kimlikleri onların erek dil ve kültür konusunda hepten teslimiyetçi bir tutum sergilememelerine neden olmuştur. Üstelik, söz konusu yazarların çevirilerinin, özellikle de klasiklerin çevirilerinin günümüzde bile okunuyor olması bunun en büyük kanıtıdır.


Çeviri etkinliğinin yukarıda değinildiği şekilde devletin bir politikası olarak karşımıza çıkması, gerçekte resmi bir dil olarak Türkçeye gösterilen özenin, Türkçesini bulma ve kullanma çabasının bir sonucudur. Bu amaçla yayın komisyonundan düzeltmene kadar her kademede ekip çalışmasına gidilmesi, üstelik düzeltmene çevirmenin iki katı ya da dörtte biri daha çok para ödenmesi, ana dile verilen önemi vurgular. Ne var ki, Cumhuriyet dönemindeki çeviri etkinliğinin salt yazınsal alandaki çeviri etkinliğiyle sınırlı kaldığı söylenemez. Batı dünyasındaki bilimsel gelişmeler ister istemez çeviri etkinliğinin üniversitelere de sarkmasına neden olmuştur. Bundan böyle, Cumhuriyet döneminin kuruluş yıllarında iki alandaki etkinlik dikkat çeker. Bunlardan biri, Tercüme dergileri, öteki ise üniversitelerdeki çeviri etkinliğidir. Bütün gelişmeler sonucu halktan kopuk, bir azınlığa özgü Osmanlıca sözcük ve terimlerin yerine Türkçesi kullanılmıştır.